Pekin'de üç tekerlekli bisikletin düşündürdükleri

  2017-11-28 11:12:25  cri
Pekin'de üç tekerlekli bisikletin düşündürdükleri

Emre Demir

Before Sunset filminde bir sahne: Celine ve Jesse, Seine nehri kenarında yürümekteyken, Amerikalı Jesse tekneye binmeyi teklif eder. Paris'in yerlisi olan ve Jesse için 20 dakikalık bir yürüyüş güzergâhı ayarlayan Celine karşı çıkar: "Bu tekneler turistler için, bu utanç verici!"

Ancak bir imza günü için geldiği Paris'te çok kısıtlı vakte sahip Amerikalı genç yazar Jesse ısrarcıdır. Tekneye binerler. Tekne Seine nehrinde ilerlemektedir, Notre Dame kilisesi geçilir. Bir yandan sohbetleri devam ederken, diğer yanda en az "turist" Amerikalı kadar dikkatli gözlerle etrafı inceler Celine. Yaşadığı şehri ilk kez bambaşka bir açıdan görüyor gibidir. Büyük keyif aldığı tekne turu fikri için Jesse'ye teşekkür eder: "Paris'in ne kadar güzel olduğunu unutmuşum!" Jesse turistliğe toz kondurmaz: "Bir turist olmak, o kadar da kötü bir şey değil."

Pekin'e üç tekerlekli bisikletten bakmak

Filmin bu sahnesi, Pekin'de ilk kez üç tekerlekli bisiklete (三輪車sanlunche) binme deneyimimi hatırlattı. Celine gibi "utanç verici" olduğunu düşünmesem de, bu bisikletlere binmek, "turistlere layık" gördüğüm bayağı bir deneyimdi. Gerçek bir Pekinlinin, bu gibi turistik eğlencelerle ne işi olabilirdi!?

Ancak sonbaharın kışa dönmeye başladığı günlerden birinde, Beihai Park'tan başladığım yürüyüş beni bir hayli yormuş, soğuk hafiften içime işlemeye başlamıştı. Houhai gölüne vardığımda, elinde "Old Beijing Tour" yazılı bir kâğıt tutan bu bisikletçilerden biriyle göz göze kaldık. Onun gözünde, bu bisiklete binmeye can atan bir turisttim. Ona doğru yürümeye başladığımda, bana civardaki turistik mekânları saymaya başladı. İngilizce konuşamadığı için, elindeki İngilizce bilgiler bulunan kâğıtları gösteriyordu. O an bütün Pekinliliğimi takındım, sıkı bir başkent şivesiyle İngilizce tur broşürlerini iterek, "Buyong le shifu" dedim, "Wo xiang qu Gulou nabianer." (Bunlara gerek yok usta, Davul Kulesi'ne gideceğim.)

Bisikletçi şaşırdı: "Wasei" (Vay be!) diye bir tıslama çıktı ağzından. Standart Çincemin harika olduğunu söyledi. Meiguoren (Amerikalı) olup olmadığımı sordu. Değilim dedim, ikinci bir tahminde bulunmadı. O an, "eski Pekin'e özgü" bu bisikletleri denemek için daha önce hiç olmayan bir heves duymuştum.

Yıllardır yürüyerek veya kendi kullandığım bisikletle geçtiğim sokaklar, bu kez gerçekten farklı görünüyordu. İnsanlar, dükkânlar, buz tutmaya hazır bir göl, ağaçlar, zarif taş köprüler, sağlı sollu akıp gidiyordu. "Arsız turistler"in bildiği bir şey varmış dedim; ne güzel bir şehirde yaşadığımı düşündükçe aidiyet duygularım güçleniyordu.

Hem o bisikletten indiğimde hem de Before Sunset filmindeki o sahneyi izlediğimde şunu düşündüm: Turistik deneyim, şehrin en karakteristik özelliklerini, o şehirde yaşayan "yerlilerin" günlük yaşamının dışına taşıyor. Şehre ait deneyimlerin bir kısmı, üstelik o şehri en çok temsil eden kısımları, paketlenip turistlere sunuluyor.

Turistler bu deneyimi veya mekânları tükettikçe, şehir sakinleri, turistik deneyimleri artık kendi şehirlerinin bir unsuru olarak görmemeye başlıyor. (Sakin kelimesini çok severim, "bir yerde oturan" anlamının yanı sıra, "kimseyi rahatsız etmeyen, kızgınlık göstermeyen, dingin" anlamıyla, tam da turistin zıt anlamlısı gibi gelir bana.)

Pierre Nora'nın Hafıza Mekanları'nda geçer: "Hafıza, hatırayı kutsallaştırır. Tarih ise hatırayı kapı dışarı eder, onu bayağılaştırır."

Şehir sakini, yaşadığı şehrin hafızasına taliptir, turistse gittiği şehrin tarihine. Sakin, hafızayla o şehirdeki hatırasına sahip çıkar, turistse tarihî olanın peşinde koşarak, hiç yaşamadığı ve belki bir daha gelemeyeceği bir şehirde kendine bir hatıra yaratma derdindedir. Şehir sakinine düşen, şehrinin tüketilmesine seyirci kalmamak.